Olay şöyle başlar; başka bölümden Türkçe dersi alınır, tabi kimse tanınmıyordur, sınıfta 20 farklı yüz vardır ve ilk aşamada hiçbirinin ayırt edici bi özelliği yoktur. Haftada sadece 1 kere görülen sıradan yüzlerdir. Hikaye yazılması gereken bi ders arasında, hikaye sesli okunurken, 2 kız tarafından kişinin yaratıcılığı öven cümleler duyulur. Bunlar gayet normal, bi arkadaşın arkadaşı överken kullanabileceği cümlelerdir. Fakat O 2 kişinin yüzleri artık daha belirgin olmuştur. İlerleyen zamanlarda o yüzleri daha belirgin olan 2 kişinin gözlüklü olanıyla sık sık göz göze gelinir. E buraya kadar da normal aslında. Sonuçta küçücük sınıf, illa ki birileriyle göz göze gelinilir. Fakat burada beyin devreye girer ve hemen kendi kurgusunu yaratır. Göz göze gelinen kişinin “size karşı bir şeyler hissettiği” düşüncesinin tohumumu zihnininiz bir tarafına eker. Buna ek olarak o kişinin ses frekansını da hafızanızın “sık kullanılacaklar” bölümüne ekler. Artık beyninizin, sizi o kurgusal gerçekliğe hapsetmesi için kişiyi görmenize gerek yoktur, sesini duyduğunuzda da bunu kolayca gerçekleştirecektir. O kişi her görüldüğünde ya da duyulduğunca, beyin tarafından yaratılan kurgu devreye girer. Bu böyle 15 hafta boyunca çekilir mi, gidip konuşulsa ya? Yüksek derecede özgüven eksikliği buna engel olur. Korkaklığın cezası her hafta çekilir. 15 hafta geçer, dönem biter ve o kişiyle bir daha göz göze gelinmeyeceği düşünülür. Aradan 1-2 ay geçer, farkında olunmadan dikilen o tohum 2 ay boyunca büyümüştür ve o kişiye karşı duyularınızın farkındalığını arttırmıştır. 300 kişilik yemekhane sırasında bile farkedilir olmuştur artık. Bir taraftan “şu güzelliği bi kaç saniyeliğine de olsa izleyeyim” düşüncesi ağır basarken, bir taraftan da tekrardan göz göze gelme endişesi vardır. Göz göze gelinir, ve görmezden gelinir, pişmanlık dolu eski günler hatırlanır, insan içini yiyip bitiren bu histen kurtulmak için de her şey buraya yazılır…