Kanatlarımla uçsuz bucaksız gökyüzünde uçarken anlayamadım ne ara ummana daldığımı. Kanat çırptıkça daldım o ummanın maviliğine. Bülbül idim ben güle konardım baharleyin. Kış geldi dondu kanatlarım. Gülü sevmenin derdinin dermânından vazgeçtiğim an anladım aşkın ne olduğunu. Razıydım bana gelecek herşeye. Gül sevince dikeni görmüyor göz. Diken de güldendir ya hani gül gibi kokar. Ama ummâna dalmayı hiç hesap edemedim. Aradığımı bulur gibi oluyorum ama her seferinde yolumu şaşırıyorum. Nefessiz kaldıkça çırpınıyorum. Şimdi anlıyorum ki ummâna dalmak gül sevmeye benzemiyor. Herşey sonsuzluğun içinde kaybolmuş bir ben kaybolamıyorum. Sonsuzluğun içindeki zerre mümkün mü ki mevcut ola? Ben hâlâ neden bendeyim? Öyle dibsiz bir mavilik bu… Çırpınmayı bırakmak istiyorum. Ama elimde değil. Yok olup kül olmak istiyorum. Ama elimde değil. Suyun içinde bir türlü sönmeyen köz gibiyim. Ah etmek yakışmaz derler sevene. Ben gül için ömrümü hebâ ederken duydum onun sesini. Duyar duymaz bir hasrettir kapladı içimi. Öyle bir hasret ateşi ki dayanamayıp attım kendimi bu ummâna. Nerden bilebilirdim ki âb-ı hayat bu meydanın bir ateş ve bir de ateşe düşen pervaneden olduğunu. Ateş ateşe değdi de kanadı yanmış pervane gül oldu. Ömrüm beni bu ummâna daldiran elimden tutana kadar yana yana geçecek görünen o ki. Ahh etmiyorum şikayet de etmiyorum. Ele menfûr olmuşum, umursamıyorum artık..